Yolum Eti ile kesiştiğinde yeni mezun, çiçeği burnunda bir mühendistim. Lise ve üniversite zamanlarımda çeşitli işlerde çalışmış olmama karşın, üniversitede öğrendiğim mesleğimi yapmaya yeni başlamıştım. İdealist bir mühendis ve tecrübesiz bir adam olarak düşebileceğim belki de en iyi ortamdı benim için. Eskişehir insanının açık fikirliliğinin de etkisi olsa gerek, yeni mezun mühendisin babası, hatta dedesi yaşında çalışma arkadaşları ve yöneticileriyle bile çatır çatır tartışabildiği bir ortam. Bir kere “tutku” vardı herkeste. Doğru olanı yapma tutkusu. Hesapsız, az politikacı, idealist yöneticiler.
Kalite bölümünde başlayıp, üretim bölümünde biten kısa maceramın bana nasıl bir kültür kattığını, o zaman belki uygulayamasam da bana neler kattığını hayatımın sonraki yıllarında kendimi analiz ederken tekrar tekrar düşünmüşümdür.
Şimdi hepsini minnetle hatırladığım, başta Kalite Müdürümüz Mine Hanım ile Üretim Müdürümüz Mehmet Bey ve diğer birçok yönetici ve çalışma arkadaşımın yanında, o zamanlara baktığımda firma sahibi Firuz Kanatlı da aklımda kalan figürlerden biridir.
Ofis koridorlarında ya da üretim hatlarında nadiren karşılaştığımda yüzünde gördüğüm inanılmaz ciddi ifade, kafamda ilk olarak kendisinin huysuz ve yaşlı bir adam olduğu fikrini oluşturmuştu. Sonraları o ifadenin işini şaka götürmeyecek kadar sevdiğinden kaynaklandığını anladım. Belki biraz da İsviçre’de öğrenim görmüş olmasından. (İsviçre ile çalışanlar iş hayatında ciddiyetin ne kadar önemli olduğunu bilir.)
Fabrika içerisinde dolaşan efsaneler de onun bazen huysuz olabildiğini, belli konularda fikrinin değiştirilemeyeceğini söylüyordu. Satış ekibi Ar-Ge’den ürünü farklılaştırmasını istiyor, o ise “Petit Beurre öyle olmaz” diyerek satış artırma şansını elinin tersiyle itiyordu. Tonlarca ürünü “doğru yapmamışsınız” diyerek Üretim Müdürümüzün zıp zıp zıplamaları arasında fireye ayırdığını gözlerimle gördüm. Oysa o ürünler günün şartlarında piyasadaki kaliteden çok üsttelerdi, ama onun kendisine yakıştırdığı kalitede değillerdi.
Aslı olup olmadığını bilmediğim efsanelerden biri de yaz tatilleriydi. Konuşulana göre, her sene yazlığa giderken bir kamyonet dolusu erzak, sebze ve meyve Eskişehir’den aileyle birlikte yola çıkıyordu. O kamyonet, gerekirse biten domatesi ikmal etmek için tekrar Eskişehir’e gelip dönüyordu! Bazıları bunun Eskişehir’e bağlılıktan yapıldığını, diğerleri de davranışın ne kadar tuhaf olduğunu konuşurken benim aklıma şu gelmişti: Bu domatesi satan nasıl bir manav ki, müşterisi yanı başındaki yazlık bakkal yerine yüzlerce kilometre uzaktan gelip kendisinden alacak kadar sadık.
Bu hikayeyi gülümseyerek bir kenara koysam da, şu anki bilgimle anlıyorum ki, Firuz Kanatlı’nın Eti’si Türkiye’de çalıştığım şirketler içerisinde tedarikçi ilişkilerinden en üst düzey yararlanan, satınalma sistemi günün şartlarının çok üzerinde, hatta dünya şartlarıyla yarışır düzeyde olan bir firmaydı.
Bir kere, henüz birçok firma ERP sistemi kullanmazken ETİ, IBM ile işbirliği yapmış ve tamamen şirkete özel bir bilgi sistemi kurmuşlardı. Bu sistem sadece stok, sipariş, mal girişi vs. için değil, inanılmaz detaylı kalite kayıtları, tedarikçi değerlendirme gibi çağın çok önünde uygulamalara sahipti. O zamanlar Sabancı Grubu, Toyota ile olan işbirliği sayesinde kalite alanında büyük bir atılım yapmıştı. Grubun firmalarından ve Eti’nin yağ tedarikçisi olan MarSA ile kalite üzerine yapılan çalışmalar, bir tedarikçinin müşterisine sadece fiyat düşürmekten çok daha fazla şey ifade edebileceğinin en güzel örneklerinden biriydi. Eti, tedarikçisi sayesinde kalite konusunda rakiplerinin çok çok önüne geçmişti. ArGE’ye verilen önem ve iş ilişkilerinde sadakat bilindiği için, bir tedarikçi yeni ürünlerini pazar payı düşük olduğu zamanlarda bile Eti’ye getirirlerdi.
Örnekler çoğaltılabilir. Anlatmak istediğim, bundan 20 sene önce Eti, tedarikçileri ile büyüme öngörüsüne sahip bir firmaydı. Ondan önce de yaklaşık 30 küsur sene benzer yaklaşımlarla yönetilmişti. Eski toprak Firuz Kanatlı, şirketinin kültürünü yaptığı işe ve yeni mezun mühendise bile saygının yanında, iş ortaklarıyla güven, sadakat, işbirliği ve sağlam ilişkiler üzerine kuruyordu. Eti’nin bir aile şirketi olmasına rağmen bu kadar büyümesine şaşırıyor muyuz?
Bugün satınalmacılar olarak biz benzer kültürlerde mi çalışıyoruz? Elimizden sopayı arada sırada da olsa bırakabiliyor muyuz? Tedarikçilerimizi iş ortağımız olarak görüp, maliyet düşürmenin de ötesinde karşılıklı kazanmaya çalışıyor muyuz? Sanırım cevaplar çoğunlukla “hayır”.
Sizi bilmem ama dünya artık “eskiye” döndü. Zorda kalınca iyi ilişki kurup, fırsatı bulunca tedarikçinin kafasına sopayı indirivermenin aslında uzun vadede ne kadar zararlı olduğunu satınalma dünyası çoktan gördü. Güven verme ön plana çıktı. Siz hala görmediyseniz, tedarikçileri bir ortaktan çok rakip olarak görüyorsanız, yaptığınız toplantıları kazanılacak bir maç gibi algılıyorsanız, bir kaşınızı yukarı kaldırıp gerine gerine para harcıyor olmanın gücünü sonuna kadar kullanıyorsanız, kusura bakmayın ama sizin modanız biraz geçti.
O zaman soralım şimdi, kim huysuz, kim yaşlı?
Oğuzhan İpek
CEO
Satınalma Akademisi A.Ş.